27 Mart 2014 Perşembe

Avustralya - Melbourne

Melbourne hava alanından şehre gitmek için ısrarla toplu taşıma aracı aradım ve buldum. Önce otobüse sonra metroya binip şehre gidecektim. Otobüsten inip metroya binmeden köşede karadeniz lokantası gördüm "Döner, börek, hamsi vs :)" Girdim içeri, "Selamlar" diyerek. Samsunlu abi ile muhabbet ettik, döner ayranı gömdüm sonra metroya binip şehre gittim. Hava çok güzeldi ve sokaklar cıvıl cıvıldı. Melbourn'den aldığım ilk enerji gayet pozitif oldu. Flinders caddesi civarında birkaç hostel aradım ve sonunda bir yer buldum. Sadece bir gün hostelde kalacaktım çünkü ertesi gün Couchsurfing arkadaşıma geçecektim. Konaklama burada da oldukça pahalı. Çantamı hostele bıraktım ve yollara düştüm.

Melbourne şehrinin enerjisi Sydneye'e göre daha güzel geldi bana. Sydney'de kaldığım günler boyunca yağan yağmurum etkisi de vardır tabi :) Tüm ulaşım bir kartla sağlanıyor. Otobüs, metro, tramvay; tek kart geçerli ancak ulaşım hiç de ucuz değil.

Sokaklarda dolaştım; sokak müzisyenleri, el işi şeyler yapan, caddelerde satan, meydanlara yol kenarlarına yayılmış insanlar ile şehir keyifli ve huzurlu geldi. Ertesi gün hostele çok yakın bir alanda "Yara" nehri kıyısına kurulmuş "Moomba" festivaline gittim. Festival alanında konser sahnesi, luna park araçları, yiyecek içecek standları, kukla performansları ve bir sürü aktiviteler mevcuttu. Nehirde ise su kayağı yarışması mevcuttu. Sahneye cıkan bir grup çok eğlenceliydi. Biraz çağdaş bir Mambo tarzları ve çok eğlenceli şarkı sözleri vardı :) Etraf dehşet kalabalık ve yiyecek standlarının önünde kuyruklar. Evinde kalacağım arkadaşla buluşma saatimiz yaklaşınca oradan ayrıldım ve metro ile evine gittim. Konuk olduğum ev gayet büyük rahat ve sakin bir evdi, sevdim.

Ertesi gün tavsiye üzerine St Kilda bölgesine gittim. Hava kapalıydı ve biraz yağmur yağıyordu ama bu beni durdurmadı. St Kilda Melbourn'ün eski yerleşim bölgelerinden birisi. Bir plajı mevcut. Sokakta yan yana dizilmiş Publar, cafeler, pastanelerle şirin bir yer idi. Burada ilginç bir restoran var. İçeri girip menüden istediğiniz yiyecekleri tüketip istediğiniz ücreti ödeyip çıkabiliyorsunuz. Ne kadar verdiğiniz size kalmış. Türk deyimiyle, "Gönlünüzden ne koparsa" Ehehe :)) Oldukça küçük bir restoran ama yemekleri lezzetli. Ortada bir sandık var üzerinde, "Lütfen makul bir rakam ödeyiniz" yazıyor. İstediğiniz rakamı içine burakıyorsunuz. 2-3 dolar ödeyen de var, 10-20 dolar ödeyen de. Ben ne kadar mı ödedim? "Adil bir ücret :)" St Kilda'da dev bir Roler Coster, büyük bir tiyatro ve güzel bir sahnesi olan bir rock bar olduğunu da belirteyim.

Sonraki gün şehre indim ve dolaşmaya devam. Federation Sq. (Federaston meydanı) isimli yere gitim. Meydanda "Melbourne Visitor Centre (Melbourne ziyaretci merkez.)" var. Burada şehir ve şehrin etrafı ile ilgili her türlü bilgiyi almak mümkün. Haritalar, tur programları... Ücretli ve ücretsiz turlar. Etrafta merdivenlerde yayılmış insanlar, kitap okuyan, müzik dinleyen, bedava internet kullananlar vs. Burada kurulmuş bir dondurma standında çalışan ismi "Tarık" ama kendisi Türk olmayan Avustralya'lı bir arkadaşla tanıştım. Ailesi bu ismi çok sevmişler. Tarık'la baya sohbet ettik; Avustralya, buradaki hayat ve insanlar üzerine.

O arada meydanda bir aktivite başladı. Hintli bir yaşam koçu olduğunu tahmin ettiğim bir kadın etrafında birkaç kurban ve tv ekibi bir program çekiyorlardı. Konu "Sevgi ve Kahkaha" Yarım saat falan sürdü ben ve etraftaki birkaç insan gülme krizine girdik. Program yapımcıları bana bakıyor gülüyorlar, ben onlara bakıp 'gerçekten mi' der gibi basıyorum kahkahayı. Kısa bir muhabbetten sonra "Yapacak bişey yok bu programı yapın dediler bizde yapıyoruz :)" dediler. Olay şu; bu Kadın etrafındaki kurbanlarını ortalık yerde şekilden şekile sokup zoraki kahkahalar atıp ve attırıp, maymun edip, mutlu ve pozitif olmalarını (!) sağlıyor. Vallaa mutlu oldular mı bilmiyorum ama bu olayı atlatmalarının birkaç gün süreceğini tahmin ediyorum. Sonrasında "National Gallery Of Victoria" sanat galerisini ziyaret ettim ve "Victoria Night Matket (Victoria gece pazarı)" e gittim. Kocaman kapalı bir pazar. Her türlü hediyelik eşya, giyim kuşam, yeme içme, müzik ve gösteri aktiviteleri. Etrafa o kadar çok müzisyen vardı ki çok şaşırdım. Gerek tekil gerek ikili gerekse kalabalık gruplar etrafa yayılmış müzik yapıyorlar. Alışveriş yapan yiyip içen takılan insanlar. Melbourn'de hayat güzel diye düşündüm. Güzel bir şehir hep canlı ve daima aktiviteler mevcut.

Sonraki gün okuduğum haberler hem çok üzdü hem de midemi bulandırdı. Küçücük Berkin Elvan aylarca süren yaşam mücadelesini kaybetmişti. Bütün neşem kaçtı. Berkin'in ölümü sonrası verilen demeçler, yapılan bazı yorumlar, uygulanan şiddet midemi bulandırdı. Bu kadar da olmaz dedirttirdi. O gün ve gecesi dışarı çıkmadım evde kaldım.

Ertesi gün dışarı attım kendimi. Elizabeth ile Swanston caddeleri arasında olan trafiğe kapalı bir sokağa gittim. Bu sokak harika bir yer. Her yerde müzik yapan insanlar, ağaçları korumak için bez afiş taşıyanlar (Kimse afişleri yakmıyordu. Yaptıkları el sanatları ürünlerini satanlar. Hatta köşe başında bir de "Free Shop (Bedava Dükkan)" bile vardı. Gidip tanıştım bu insanlarla. Kullanmadıkları, başkalarının getirip bıraktığı veya bir şekilde buldukları eşyaları kaldırıma diziyorlar ve bedava dağıtıyorlar. Ana fikirleri şu: "Kullanmadığımız ve ihtiyacımızdan falzla bir sürü eşyamız var insanlar hep daha fazlasını isteyip bazı şeyleri unutuyorlar. Paylaşmak ve iletişim kurmak için harika bir yol bu" diyorlar. Geliyorsun istediğin eşyayı alıyorsun, iki lafın belini kırıp teşekkür edip gidiyorsun. İstedikleri tek şey bu. 20 dk kadar orada kaldım ve sohbet ettik, sadece iki kişi gelip bir şey aldı. Eşyaların eski ve çok çekici olmaması, etraftaki insanların bu eşyalara ihtiyaç duyan insanlara benzememesinin etkili olduğunu tahmin ediyorum. Bizim ülkemizde olsaydı ne olurdu diye merak etmedim değil. Geldiğimde bir yapalım şu işi. Kullanmadığımız eşyaları toparlayıp bir köşe başına koyalım ve "İstediğinizi alın, herşey bedava" diyelim bakalım ne olacak :))

Biraz ilerledim ve bir yere oturup çok güzel şarkılar çalan bir kızı dinledim. Sonra yerimden kalktım arkamı döndüm ve bir kız gördüm. Ben kıza baktım o bana. Sonra ben "Acaba olabilir mi?" dedim sonra kıza "Sen???" dedim o da "İnanmıyorum" dedi. Aylar önce Bangkok'ta Belediye otobüsünde tanışıp tüm günü beraber geşirdiğimiz, sonrasında Tao adasına giderken yan koltuğuma denk gelen "Tania" dan başkası değildi :)))) Sokakta çalışıyordu. Bir sigara markası için Anketörlük yapıyordu sanırım. Benim Dünya turu yaptığımı bildiğini ama buralara geleceğimi hiç tahmin etmediğini söyledi. Güzel bir sohbet ettik ve ben yoluma devam ettim. Endonezya'da tanıştığım çılgın kelebek "Molly" ile buluşacaktım. Sarıldık ve vedalaştık. Dünya gerçekten küçük galiba. Çok hoş ve eğlenceli bir sürpriz oldu bu.

Molly çılgınıyla buluştuğumuzda ilk işimiz ucuz bir süpermarkete gidip (Aldi) bir torba bira satın almak oldu. Sonra yemek yedik ve "Yara" nehri kenarına çimlerin üzerine oturup biraları gömüp sohbet ettik. Herşeyden konuştuk. Benim turdan şimdiki ve geçmişteki hayatımdan, onun sorunlu ilişkisinden, Avustralya'dan... Oldukça keyifli saatler geçti. Sonra Ünlü Rock grubu AC/DC'nin konser sonraları gelip takıldığı bara, "Cherry" bara gittik. Barın bulunduğu sokağa grubun ismi verilmiş. AC/DC bu sokağı kapatıp konser bile vermiş. Bar'da canlı müzik vardı, içerisi "The Bar'dan bir tık daha garip kokuyordu doğrusu. İçimden güldüm ve "Evet Emre, Melbourne'ün The Bar'ının buldun" dedim :DD

Melbourne, her yerinde ayrı bir aktivitesi olan, canlı, cıvıl cıvıl bir şehir. Birçok müze ve sanat galerisine giriş ücretsiz. Heryere kolayca ulaşım sağlanıyor. Genel olarak pahalı bir yer olsa da kıyıda köşede nispeten uygun fiyatlı yeme içme mekanları bulanabiliyor. Sadece sokaklarda yürümek, dondurma alıp bir köşeye oturmak bile keyifli.

Yeni rota "Yeni Zellanda" Yolculuğum sırasında Türkiyeden en uzak olacağım bölgeye yolculuk :))


















































...devamını göster (show more...)

17 Mart 2014 Pazartesi

Tazmanya

Tazmanya eyaletinin başkenti Hobart'da, hava alanından şehir merkezine gitmenin iki yolu var: shuttle (Servis) veya taksi. Ucuz yol olan shuttle'ın fiyatı 17 dolar. Taksiyi siz düşünün. Kalmak istediğim Picklde Frog Hostel'de yer olmayınca (Bedava turlar düzenliyorlar) Transit Bacpacker Hostele yerleştim. En uygun fiyatlısı buydu. Sydney'de sabahın köründe kalkıp geldiğim için yorgundum ama yine de çantamı bırakıp gezmeye başladım.

Salamanca caddesi ve limana uğradım. Hava çok güzeldi ve resepsiyondaki arkadaşın tavsiyesine uyup Mount Wellington'a (wellington dağına) gitmeye karar verdim. Hava açıktı, görüş güzeldi. Belediye otobüsü ile bir yere kadar gidebiliyorsunuz. Sonra iki bölge var; birisi yürüyüş yolları, diğeri zirve. Küçük dağın eteklerindeki yürüyüş yollarında gezindim biraz. Oranın köylüsü Peter ile tanıştım. Sonra zirveye nasıl çıkarım yaw saatler alıyormuş derken bir araba durdu ve 50'lerinde bir adam beni arabasına aldı; böylece Kevin ile tanıştım. Oldukça ilginç bir adamdı doğrusu. 30 yıl önce Türkiye'ye, Antalya'ya gelmiş. Dalından koparıp yediği elmanın tadının hala damağında olduğunu söyledi. Gençken 10 yıl Tazmanya'da madende çalışmış. Biriktirdiği paralarla araziler almış, büyük araziler. Bu araziler zamanla değerlenmiş. Sonra avukat olmaya karar verip hukuk okumuş. Şimdi uluslararası davalara bakıyor. Baya bir sohbet ettik. Tazmanya Avustralya kıtasında batılılar tarafından ilk keşfedilen yer. Bu sebeple ilk kurulan koloniyel yerleşim yerlerine ev sahipliği yapıyor. Bu adaya ilk ayak basan kişi Abel Tasman isimli bir Hollanda'lı kaşif. Buraya önce "Van Diemens Land" ismi veriliyor.Britanya'lılar adaya hakim olduktan bir süre sonra "Tasmania" olarak değiştiriliyor.

Wellington'un zirveye ulaştık. Manzara geçekten çok güzeldi. Bütün o adacıklar okyanus ve yerleşim yerleri karşımda uzanıyordu. Etrafta biraz dolaşıp fotoğraf çektim. Sonra inişe geçtik. İnişte bana ilginç hikayeler anlatmaya devam etti. Batılıların buraya geldiklerinde getirdikleri bulaşıcı hastalıklar nedeniyle kırılan, ölen yerli halk Aborjin'lerin nasıl soyunun tükendiğinden, bugün Tazmanya'da bir tek Aborjinin yaşamadığından bahsetti. Tazmanya tarihinin ne kadar kanlı olduğunu anlatmak için kurduğu cümle çarpıcıydı, "Bu sokaklarda kan var!". Avustralya'ya özgü hayvanları doğal yerlerinde görmek istediğimi söyleyince, "Gece bu dağda kal hepsini görürsün" dedi gülüştük :)

Ertesi gün oldukça heyecanlıydım çünkü dolu bir gün beni bekliyordu. Önce Avustralya kıtasında kurulan ilk Koloniyal kasabayı, Richmond'ı ziyaret ettim. İlk evler, ilk kilise, ilk hapishane, ilk köprü... Beni oraya ulaştıran tur şirketinin aracında sadece 3 kişiydik. Bir Avustralya'lı ve bir İngiliz arkadaş. Kasaba sakin ve huzurlu, gezdiğim arkadaşlarsa çok eğlencelilerdi. İtiraf etmeliyim yalnız gezseydim o kadar keyifli olmazdı çünkü burası o kadar da müthiş bir yer değil. Tarihi yerleri bir bir gezmeye başladık. Gezdiğim yerler arsında ilgimi en çok hapishane çekti. Hapishane hoparlörlernden bilgiler veriliyor, canlandırmalar yapılıyor. Hücrelerin kapılarında orada yatmış bazı mahkumların resimleri, suçları ve nereden getirildikleri yazıyor. Çok ilginç şeyler vardı. Sadece ekmek çaldığı için İngiltere'den ta buraya getirilmiş mahkumlar, sadece kaba konuştuğu için hücreye atılan kadın, gömlek çaldığı "şüphesiyle" aylarca hücrede kalan, sarhoş şekilde kiliseye gittiği için 1 yıl hapis yatan insanlar. Bu insanların kayıtları. Listelerde yer alan çeşitli mahkumları buraya getiren "Free (Özgür)" isimli gemi dikkat çekiciydi. Bir süre gezdikten sonra birşeyler içmek için bir yere oturduk. İşte o zaman ilk Tazmanya ürünü biramı içtim. "Cascade" birasının tadı gerçekten güzeldi. Sonraki günlerde genelde onu içtim.

Öğlen gibi arkadaşlarımla vedalaştım, gezimin ikinci bölümüne başlamak için. Doğal hayvan parkına gittim. Burası tam bir hayvanat bahçesi değil; bazı hayvanların geniş alanları mevcut. Buraya gelmişken buralara özgü hayvanları görmemek olmazdı doğrusu. Önce Tazmanya canavarını gördüm. Ağırlıklarının %40 ına kadar yiyebilen, avladığı hayvanların iç organlarını kemiklerini hatta kürklerini bile yiyen bu hayvanın çenesi ve dişleri oldukça güçlü. Baktığınızda "Bu mu yapıyyor bütün bunları" dedirtebilir ama işin aslı farklı :) Sonra Kangru, Valabi ve Albino'ları gördüm; valabiler ve albinolar etrafımda zıplıyorlardı. Yıllarca tv'de, ansiklopedide gördüğüm hayvanlarla haşır neşir olmak oldukça değişik ve zevkli bir deneyim oldu. Sonra en tatlı yaratık Koala'yı gördüm ve bir süre onu inceledim. Mahsun duruşu beni biraz üzdü doğrusu. Kafeste olmamasına rağmen bu parkta mutsuz olduğunu hissettim. Başka bir sürü hayvan arasında gezerken Avustralya'da yaşayan genç bir Türk aileye de rastladım. Maşanın ucuna konulmuş etle Aslan besleme aktivitesini de yaptığımı söylemeliyim :) Bu değişik deneyimden sonra yönümü Botanik bahçesine çevirdim. Tur görevlisi beni Botanik bahçesine bırakmayı kabul etti. Bahçe yemyeşil rengarenk canlı ve düzenli bir yer. İnsana huzur ve mutluluk veren bir enerjisi var. İnişli çıkışlı bir yapıya sahip. Çeşit çeşit bitkiler çiçekler; ooh mis :) Sonra Hostelime yürümek durumunda kaldım bu da 40 dk kadar sürdü. Eee yaptığım bu tur sırasında yürüme rekorları kırıyorum doğrusu :) Hostelde dev bir ekran dvd ve vhs video kaset oynatıcı mevcuttu. Hala video kaset olduğunu görünce çok şaşırdım. Birkaç filim izledim ve hostelde takıldım.

Ertesi günlerde Salamanca caddesinde kurulan markete uğradım. Her zamanki gibi hediyelik eşyalar, yöresel yiyecek ve içecekler güzel şeyler vasat şeyler pahalı fiyatlar. Hobart küçük ve sakin bir yer, çok renkli olmadığını söylemeliyim. Ben araç kiralayıp masrafları paylaşacak kimseyi bulamadığım, tek başıma oldukça pahalı olacağı için Tazmanya'nın etrafını gezemedim. Çok sıkı uğraşmadığımı da itiraf etmeliyim. Aşkam birkaç bira içmek ve canlı müzik dinlemek için dışarı çıktım. Güzel bir grubua denk geldim. Grup akustik çalmasına rağmek çok iyilerdi ve sevdiğim şarkılar çaldılar. 1 litrelik bira bardağı gayet hoştu. Fiyatı 10 dolardı ve fiyatı buraya göre oldukça uygundu. Oldukça eğlenceli bir akşam oldu. Buraya ertesi gün tekrar geldim ve yine eğlendim...

İstikamet Melbourne!

















































...devamını göster (show more...)

13 Mart 2014 Perşembe

Avustralya - Sydney

Bali hava alanına geldim ve cebimde kalan Endonezya Rupiah'ları dolara çevirmek istedim. Döviz bürosunun yerini sorduğum polis memuru, "Ben çevirebilirim efendim" deyip cüzdanını açtı ve, "Dolar mı, Euro mu, yoksa Pound mu istersiniz" diye sordu. Önce bir şok yaşadım sonra gülümseyerek "Dolar" dedim. "Tabi efenimm 1 dolar şu kadar rupiah buyrun, iyi yolculuklar!" dedi ve yoluma gittim :)

Avustralya'ya sınırdan herhangi bir organik madde sokmak yasak. İlla bişey getirdiyseniz bunu deklare ediyorsunuz ve karantinada getirdiğiniz madde incelemeye alınıyor. Örneğin; elma, tohum, et, peynir hatta toprak. Hatta ayakkabınızın altında kalan toprak kırıntısı bile. En son yanaradağ turum sırasında kullandığım ayakkabıların altında biraz toprak kaldığını görünce pasaport kontrolünden geçmeden tuvalete girdim ve ayakkabılarımı yıkadım. Bu kadar ciddi yani. Sonrasında sorunsuz bir şekilde sınırı geçtim.

Bali havaalanında son anda baktığım Couchsurfing isteğimin kabul edilmiş olduğunu görünce çok sevindim. Avustralya ciddi anlamda pahalı bir yer. Asya da 10-15 tl ye kötü de olsa oda tutabiliyorken burada 60-70 tl ye 12 kişi bir odada ranzalarda yatabilirsiniz. Bu da en ucuz konaklama :)

Hava alanında metroya bindim ve sadece 4 durak sonra inmeme rağmen ücret 16.40 dolar olunca ilk yanmayı hissettim :)) Merkez istasyonda beni evinde konuk edecek Alejandra ile buluştum. Alejandra Meksika'lı, Avustralya'da hem okuyor hem çalışıyor. Ayağımın tozu ve sırtımdaki çanta ile gezmeye başladık. Önce bir yemek sonra tarihi yerler, kütüphane, Darling Harbour, Çin mahallesi... Sonrasında bir başka arkadaşı ile buluşup biraz dinlenip bir bira içmek için Irish Pub yolunu tuttuk. İşte tam Iris pub'a girerken bitişikteki büfe-restoranın üzerinde şöyle bir tabela gördüm: "Wellcome to Emre's Kebaps". "Obaaa" tepkisini verdim ve hemen içeri daldım, "Selamlar Emre ben! :))" Kahkahalar koptu hemen. Sıcak bir sohbet ettik önce, ardından bize ikram edilen pizzaları da alıp devam ettik. Akşam olunca Alejandra beni Canlı Jazz müzik yapılan bir yere götürdü ve çok kaliteli bir müzik dinledik. 33'lük biraya 10 dolar ödeyince bir yanma daha hissettim :)) Sonra aramıza Rana isimli İranlı bir arkadaş katıldı. Hep beraber müzik dinledik. O gece Rana'nın evinde konakladık. Sabah kısa bir gezinti sonrası Alejandra'nın evine gittik. Alejandra evinde 1 Brezilya'lı, 1 Şili'li, 1 Japon, 1 Fransız'la beraber yaşıyor. Ben de eklenince fıkra gibi olduk. Allahtan adım "Temel" değil :)))) Herkes çok heyecanlı ve neşeliydi çünkü o gün akşam "Mardi Gras" kutlaması çerçevesinde sokakta müthiş bir geçit töreni olacaktı. Alejandra bana o geçit töreninin dünyanın en büyük "Eşcinsel" geçit törenlerinden oladuğunu, eşcinsel olan olmayan binlerce insanın katılacağını, çok renkli ve eğlenceli olacağını söyledi. E hadi bakalım ne oluyor diye yola düştük. Önce katedral ve hydpark'a uğradık. Sonra Darling Habour yakınında kurulan Türk Festivaline göz attık. Festival Mardi Grasla aynı güne denk geldiği için midir bilinmez, çok az insan vardı. Sahnede, eski Pop ve T. Sanat Müzüğü şarkılarını Flamenko tarzında yorumlayan, söyledikleri şarkıların içinde alkol yada cinsellik içeren sözleri olabildiğince sansürleyip onları izleyen grubun tepkilerini çekmemeye çalışan bir grup vardı. Gözlemeler 10 dolar, kavurmalar 12 dolar idi :) Oradan geçit töreninin yapılacağı bölgeye geçtik.

Tüm şehir bu olaya kilitlenmiş. Kostümler, koreografiler, araçlar hazırlanmış, yollar trafiğe kapatılmış, kaldırımlarda binlerce insan yerlerini almış bekliyor. Sonuda ilk kafile göründü ve halk çılgına döndü. Islıklar, çığlıklar, alkış kıyamet; apartmanlardan ve etraftan atılan konfetiler. Her türlü cinsel tercihe sahip kadın ve erkekler çeşit çeşit kostümler içinde önlerinde ilerleyen araçtan gelen müzik eşliğinde dans ederek ilerliliyorlar. Ortalık bayram yeri gibi. Her grubun farklı kostümleri, dansları, temaları var. Kimisi eşcinsel hakları savunan pankartlar taşıyor, kimisi politikacıları protesto ediyor, kimisi çılgınca ve çıplakça dans ediyor, kimileri öpüşüyor, kimileri şarkı söylüyorlar. Şunu söylemeliyim ki hayatımda böyle bir şey görmedim. İnsanlar inanılmaz özgürce dilediğini yapıyorlar. İşin en ilginç taraflarından birisi ise yollarda ilerleyen bu çılgın gurupların arasında, polis teşkilatı gurubu, kara, deniz hava kuvvetlerinden oluşan ordu gurubu, itfaye çalışanları arsız kıyafetler giymiş hemşireler, sağlık personeli, çeşitli kiliselerin eşcinsel toplulukları vs de var. Tüm şehir burada ve özgürlük, hoşgörü, çılgınlık sınır tanımıyor.

Bu müthiş ilginç iki saat sonrası halk etraftaki Publarda sokaklarda eğlenmeye devam etti. Sydney'de sokakta içki içmek yasak. Bu yüzden insanlar ya publarda içiyor ya da içkilerini bir şekilde kamufle edip öyle içiyorlar. Biz de bir süre sokak eğlencelerinden birinde eğlendik. Aracını orada eğlenen insanların arasına park etmiş talihsiz arkadaşın aracını haşat ettiler. Sonrasında, önce bir pub sonra bir klüpte eğlendik. Etrafta gezen insanlara ve kostümleri inanılmaz... İlerleyen saatlerde ben izin isteyip eve gidip bayıldım.

Ertesi gün Alejandra'nın arkadaşlarından, Ekvator'lu Sandra ile buluştuk ve bana şehri gezdirdi. Önce Sanat Galerisine gittik sonra Botanik bahçesine. Devamında şehrin ve Avustralya'nın simgeleri olan Opera Binası ve Sydney Liman Köprüsüne gittik. E tabi resim çekilmeden olamaz :) Sonra Sydney'in meşhur plajlarından Bondai plajının yolunu tuttuk. Tam plaja giderken yağan yağmur bizi durduramadı. Plaj boyunca yürüyüşümüzü tamaladık. Akşam için heyecanlı ve neşeliydim çünkü akşam Antalya'dan tanıdığım, Sydney'de yaşayan arkadaşlarım Serkan ve Elif ile buluşacaktım. Sandra ile vedalaştım. Otobüse atlayıp buluşma yerimiz olan Darling Habour'a yöneldim. Tam ulaştığımda karşıdan gelen Serkan ve Elif'le karşılaştık. Hemen sarıldık. Dünyanın bir ucunda arkadaşlarınla buluşmanın keyfi bambaşka.

Beni çok güzel ağırladılar. Önce Hard Rock Cafe'ye gittik sonrasında limanda bir lokantaya. Doya doya Tükçe konuştum. Herşeyden konuştuk. Benim turumdan, Antalya'dan, onların hayatından, buradaki hayatlarından, Avustralya'dan, insanlardan, zihniyetlerden hatta askerlikten :))) Zor bir başlangıç yapmış olsalar da zamanla kendilerine çok güzel bir hayat kurmuşlar. Karşımda birbirine bağlı iki güçlü birey buldum. Beni eve bırakmadan önce Casino'ya bile uğradık :) Sıcak ve samimi bir gecenin sonunda beni eve bıraktılar ve Türkiye'de buluşmak üzee vedalaştık...

Ertesi gün geziye devam. Sydney'de kaldığım süre boyunca bir dakika oturmayıp şehri olabildiğince gezdiğimi söyleyebilirim. Önce Watson Bay sonra feribotla Circular Quey'e ulaştım. Sydney'in eski yerleşim yeri olan Rocks'ta gezindikten sonra şu köprüyü bir geçeyim bari dedim ve köprüde yürüdüm. Şansıma Sydney'de ara ara da olsa hergün yağmur yağdı. Sonbaharın bu ilk günlerinde pek şansım yoktu ama yağmur falan dinlemedim. Akşama doğru evin yakınlarındaki yemyeşil Centennial Park'a gidip marketten aldığım üzerinde "Doğal Yunan Yoğurdu" yazan küçük kasedeki yoğurdu gömdüm ve etrafı izledim.

Gözlemlerim ve insanlarla sohbetlerim sonrası Avustralya (Sydney) ile ilgili ön izlenimlerimi şöyle sıralayabilirim: Avustralya'nın teorik olarak hala İngiliz kolonisi olduğunu,metal paraların üzerinde Kraliçe Elizabeth'in resmi olduğunu,Kraliçe'nin kanuni olarak hükümeti görevden alma yetkisi olduğunu bilmiyordum açıkçası. Ülke dışardan gelen birisi için oldukça pahalı. Temiz, düzenli, insana ve haklarına önem ve özen gösterilen, hayat standartları yüksek, birbirine saygılı ve nazik insanların yaşadığı, çalışanın(ne iş yaparsa yapsın) hakkını aldığı, çok çeşitli etnik kültüre sahip, sanata kültürel faaliyetlere önem veren, kuralları ve kurallara uyan insanları olan bir ülke.

Güzel bir çerçeve çizdiğimin farkındayım. Ancak buradaki kuralar ve uyulmadığında uygulanan yaptırımlar bizim insanımıza zor gelebilir diye düşünüyorum. Avustralya'nın, gördüğüm birkaç Avrupa ülkesine göre daha yavaş ve rahat yaşayan bir ülke olmasına rağmen. Ne de olsa kolay yolları seven bir toplumuz...

Yeni istikamet Tazmanya adası...

































































...devamını göster (show more...)