6 Kasım 2014 Perşembe

Peru - Lagunas & Pacaya Samiria

Lagunas'a varıp, tekneden iner inmez tanıştığım Peru'lu kadın "Pacaya Samiria" turundan yeni döndüğünü ve harika vakit geçirdiğini söyledi. Tur satın aldığı acenta ve ayrıntılar konusunda bilgiler aldıktan sonra acentaya yollandım. Lagunas, Pacaya Samiria Milli Parkının hemen yanında kurulmuş nufusu 8000 civaı bir yerleşim birimi. Ulaşım sadece tekneler ile gerçekleşiyor. Oldukça vasat ve hiçbir özelliği olmaya bir yer. Yemek bulmak biraz sıkıntı. Restoranlarda yemek saatleri belli ve bunların dışında açsınız. Kahvaltı 08:00 - 10:00 arası, öğle yemeği servisi 12:00 - 14:00 arası yani saat 15:00'de giderseniz, "Yok kardeşim akşam 18:00'de akşam yemeğine gel hadi bakalım!" cevabı ie karşılaşıyorsunuz.

Acentada oldukça sıcak karşılandım ve herşey yolunda gitti. Ertesi sabah 06:30 da buluşmak üzere 10 Sol'luk pansiyon odama yerleştim. Sabah erkenden yola çıktık. Yarım saat mototaksi ve sonrasında üç gün üzerinde olacağımız küçük akarsuyumuza ulaştık. Pacaya Samiriya Peru'nun kuzeyinde Amazonların kıyısında koruma altına alınmış yağmur ormanı. İçinde birçok bitki ve hayvan çeşitliliği barındırıyor. Tur en az 3 gün en fazla 20 gün süre içeriyor. Rehber eşliğinde sadece kano ve kürekle ulaşım sağlanıyor. Motorlu tekneler yasak...

Akarsu kenarında rehberim Javier'in hazırladığı kahvaltıyı gömdükten sonra yola çıktık. Geleneksel ahşap kanoda sadece ikimiz vardık. Bu bana özel bir tur oldu :) Yola çıkar çıkmaz kendimi iyi hissettim. Hiçbir motor sesi yok sadece kuş börtü böcek sesleri. İlerledikçe çeşit çeşit kuşlar görmeye başladık. Papağanlar, Şahin, Condor (G.Amerika Akbabası) çeşit çeşit tropik kuşlar. Akarsu etrafında sık ve çeşit çeşit ağaçlar... 1-2 saat sonra rehber, ucunda, ince, mızrak ucuna benzeyen üçlü metal bulunan ince uzun sopa ile balık avlama olayına girdi. Yaklaşık yarım saat içinde birisi kocaman olmak üzere 5 tane balık tuttu. İkimiz de suya bakıyoruz ama daha ben hiçbir şey görmeden o balığı görüyor, hızla fırlattığı mızrak ile balıkları avlıyordu. Birkaç saatlik yolculuktan sonra kıyıya çıktık. Burada öğle yemeği molası verecektik.

Biz kıyıya çıktıktan sonra 2 kano daha yanaştı yanımıza. Burası tüm tur yapanların ortak mola yeriydi. Rehberler tutulan balıkları temizlerken iç organları nehre fırlatıyorlardı ve Pirana'lar atılan balık artıklarını birkaç saniyede iç ediyorlardı. Manzara müthişti. Kanodan oltayı aldım ve ucuna balık parçası takıp nehre attım. Saniyesinde bir Prana avladım. Nehre geri attıktan sonra bir daha salladım Hemen bir tane daha! :)) Bunu da nehre geri bıraktıktan sonra diğer kanolardan 3 Fransız ve iki İspanyol ile yemekleri gömdük ve sohbet ettik. Nehirde gördükleri Anakonda türü yılandan bahsediyorlardı. Sonrasında tura devam...

Nehirde hayvan çaşitliliği oldukça fazla. Tur süreniz ve ne kadar derinlere ilerlediğinize bağlı olarak; Şahin, Akbaba, Balıkçıl kuşlar ve diğer birsürü tür kuş; Anakonda ve başka türlü Yılanlar, Puma, Timsah, Nehir fokları, farklı türlerde Maymunlar, Tembel Hayvan, dev ve rengarenk kelebek türleri vs..

3 gün boyunca vakit geiçreceğim ormanda konaklayacağımız kampta elektirik bulunmadığı için kamera pilimi şarj edemeyecektim. Bunun için her hamlemde pil ömrünü düşünerek dikkatli olmaya çalıştım. Akşam olmaya yakın kamp yerine ulaştık. Tüm gün hava çok sıcak, güneş çok güçlü idi. Yanımda getidiğim koruyucu kremi sık sık kullandım.

Kamp yeri ahşap iki büyük kulübeden oluşuyordu. Yağmur sezonu yükselen akarsu seviyesi sebebi ile yüksek direkler üzerine kurulmuştu. Kamp yerine vardığımızda tur yapan diğer konuklar ve rehberlerle tanıştım. Hepsi her zamanki gibi Türk olduğumu duyunca şaşırıp, seyahatleri boyunca karşılaştkları ilk Türk olduğumu söylediler. Bu çok sık duyduğum bir şeydi.Yolculuğum boyunca gördüğüm Alman, fransız vs gezginleri Türk gezginlere oranı 1900/1 civarı falan :))

Akşam olunca coşan sivrisinek ve diğer envai çeşit börtü böcekten bahsetmeden olmaz. Efenim tüm tur hayatım ve geri kalan hayatım boyunca hiç bu karadar fazla ve çeşitli börtü böcük görmedim. Hiç bu kadar hızlı ve çok ısırılmadım. Yanımda getiriğim haşarat kovucu sprey zavallı kaldı :) "Cibinlik" tabir edilen haşarattan koruyucu tül olmadan uyumak imkansız. Sivrisinekler kamikaze mübarek :D "Aaa beni hiç sokmuyorlar nedense" diyen tiplere de ayrı bir gıcık oldum. Zira onlarca kez ısırılmış vücudumu kaşımamak için dayanmaya çalışırken duyması hij hoj şeyler değil bunlarr :))

Ertesi gün yola devam. Elimde kamera, sallanan teknede ağaçların dallarına asılmış Tembel Hayvanları, üstümüzden atlayıp zıplayan Maymunları, tepemizden uçan renk renk çeşit çeşit Kuşları, Kelebekleri görüntülemeye çalışıyor, müthiş zevk alıyordum. Rehberim 13 yıldır burada Dünyanın heryerinden gelen turistlere rehberlik yapıyor olsa da bildiği İngilizce kelime sayısı 5'i geçmiyordu. Yine de benim Tarzancadan hallice İspanyolca ile anlaşabiliyorduk. Ona Anakondaları sorunca şu anda heryerde dev Anakondaların olduğunu hatta altımızda bile geziyor olabileceklerini söyledi. Boyları 9 metreye kadar ulaşan dev yılanlarla olan maceralarını da anlatmayı ihmal etmedi.

Birgün yine bugün gibi kanodayken ve balık avlarken, sudan çıkan 2 metre boyunda bir Anakonda ansızın saldırıp diz kapağından ısırıp yapışmış. Zehiri olmayan Anakonda önce avını ağzıyla yapışıp gövdesiyle dolanarak boğup tek parça yutuyormuş. Javier'e yapışan yılanı 5 arkadaşı çekmişler ama bacağından ayıramamışlar. "Eee.. Nasıl kurtuldun?" diye sorduğumda rehber, "Bak sana bir sır vereyim. Eğer sana da saldırırlarsa aklında bulunsun. Anakondanın gövdesinin ortası ile kuyruğunun bittiği yerin arasında tam ortada poposu bulunur. Poposuna orta parmağını soktun mu ağzını açıverir!" Ben hemen bastım tabi kahkahayı diyemedim ki, "Senin de soksalar sende açarsın kardiş!" :DDD

Karaya çıkıp ormanda yürüyüş yapacağımızı söyledi ve çıktık. Onda dizine kadar çizme varken bende sandalet vardı. "Buralarda çok yılan var mı?" Soruma verdiği, "Çok var hem de çok zehirliler" cevabı beni çok rahatlattı(!) Birden yağmur yağmaya başladı ve yürüdüğüm yerlerde su derinliği 15- 20 santime kadar çıktı. Çamur, balçık, su birikintisi demeden ilerliyordum. Rehber, "Bişiy olmaz rahat ol" diyordu. Ben de sallamamaya başladım. Dev ağaçlar ve çeşitli bitkileri gösterip bilgiler veriyordu. Para ettikleri için Amazonlarda katledilen ağaçların burada koruma altında olduklarından bahsediyordu. Güzelim kocaman ağaçlara bakmak dokunmak ayrı bir keyif, ayrı bir huzur veriyordu. Ormanda kaybolmamak için önceden bırakılmış işaretleri takip ediyorduk.

Kanoda ilerlerken aldım oltayı ve balık tutmaya devam ettim. Nedense şansıma hep Pirana denk geldi. Birkaç tane büyük Pirana tutunca rehber balıkları geri atmak istemedi. "Bunları sana kızartırım, ye bakalım" didi. Akşam tuttuğum piranayı gömüverdim. Tadı gayet güzeldi vallaa... Yemekten sonra rehber yanıma geldi ve az sonra yavru timsahları görmek için gece turuna çıkacağımızı söyledi. Bir süre sonra kafasına bantladığı cılız el feneri ile zifiri karanlıkta yola çıktık. Yarım saatlik yoldan sonra fener ışığında gözleri pırıl pırıl parlayan Timsah yavrusunun yanına yanaştık. Atik bir hamle ile yavruyu kafasında yakaladı ve bana gösterdi. Birkaç fotodan sonra yavruyu saldık. Biraz daha ilerleyip birkaç timsah daha gördük. Çok şeker şeyler. Tabii büyüyünce boyları 8-9 metreye ulaşıyormuş. O zaman ayrı bir şeker oluyorlardır herhalde :)

Ertesi sabah biraz daha gezdik ve dönüş yoluna geçtik. Yolda bize nehir fokları eşlik ettiler. Teknenin önünden dalıp 10 metre arkasında çıkıyorlardı. Ben onlara el sallayıp gülümsedikçe meraklı bakışlarla bizi takip ediyorlardi. Oldukça keyifli dakikalar. Oldukça tatmin edici ve güzel bir tur oldu. Yolu buralara düşecek olanlara tavsiye ediyorum. Şu an bu notları yazarken unuttuğum ve atladığım bir çok şey olduğuna eminim...


































































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder