21 Şubat 2014 Cuma

Bali

BALİ-UBUD

Bali-Denpasar otobüs terminaline vardığımda tüm taksiciler saldırışa geçtiler. Ubud bölgesine gitmek istiyordum. Toplu taşıma aracı sordum ama sorduğum herkes olmadığını idda etti. Aynı yöne giden Polonya'lı çiftle beraber en ucuz fiyatı veren taksiye atladık ve Ubud'a ulaştık. Taksiden indim çiftle vedalaştım. Akşam olmak üzereydi karnım açtı (Her zamanki gibi) ve kalacak yer bulmam gerekiyordu. Bir ATM buldum ve para çekmeye çalıştım zira hiç param kalmamıştı. ATM den para çekmeye çalıştım ama olmadı ve lanet ATM kartımı geri vermedi. Kartımı resmen yuttu ve geri vermedi. Hemen bankayı aradım kartımı istedim ama ertesi günden önce veremeyeceklerini söylediler. Ne yaptıysam olmadı. Ben de tamam dedim numaramı bıraktım. Çantamda nolur noolmaz diye bıraktığım birkaç doları bozdurdum ve yemek yedim. Sıra kalacak yer bulmaya geldi ama Ubud'da fiyatlar yüksekti. Çoğu yerden "Doluyuz" cevabı aldım. "Ülen işler ters gidiyor beaa" derken genç bir Endonezya'lı kalacak yer mi arıyorum diye sordu. "Evet" dedim ve beni "Madi ve Ayu" nun işlettiği pansiyona götürdü. Birbirinden şeker ve canayakın bu iki insan 2 çocukları ve amcaları ile iki yer işletiyorlardı. Bana öyle bir Bungalov ve öyle bir fiyat verdiler ki çok şaşırdım. Kocaman bir odası, mutfağı ve içinde küveti olan banyosuyla harika bir Bungalov. Sıcak suyu bile vardı(Bayaadır sıcak su yüzü görmemiştim de:) Etrafında Hindistan cevizi ağaçlarının sarmaladığı yemyeşil pirinç tarlası, rengarenk çiçeklerin olduğu sessiz ve huzurlu bir yer. Fiyatı da 12 dolar. Bali-Ubud'u bilenler böyle bir yer için bu fiyatın çook uygun olduğunu tahmin edebilirler.(Vera Accomodation ve Angga House-Bisma sokağı) Hemen küveti doldurdum, biramı aldım, müzik açtım ve keyfini sürdüm :)

Ertesi gün kartımı almak için bana söz verdikleri telefonu etmelerini bekledim ama aramadılar. Ben aradım ve kartımı sordum. Önce beklettiler sonra salladılar ve sonuda haftaya çarşambadan önce veremeyeceklerini söylediler ki bu 5 gün ederdi cebimdeki para ile 1 günden fazla idare edemezdim. 2-3 saat aradım 4-5 kişiye tekrar tekrar derdimi anlattım eğer kartı alamazsam aç ve açıkta kalacağımı söyledim ama olmadı. Gerilmeye ve sinirlenmeye başladım. Zira ne dediysem "Üzgünüz bişey yapamayız orada şubemiz yok" dediler. İçimden "yahu kartı alamazsam ne yaparım" diye düşünmeye başladım. Hatta, "Bir yerden gitar bulup müzik yapabilirmiyim acaba?" diye düşündüm :))) Sonunda delirdim ve açtım ağzımı yumdum gözümü. "Eğer o kartı bana bügün vermezseniz Polise gideceğim, Büyük Elçiliği arayacağım sizi Mahkemeye vereceğim elimden geleni yapacağım ve sizle uğraşacağım o kartı bugün İS-Tİ-YO-RUM!!!" diye haykırdım. Sonunda bir cinnet herşeyi halleder sözü doğru çıktı ve özür dileyip kartımı 1 saat içinde bana ulaştıracaklarını söylediler. Be hey öküzler, bu madem mümkündü neden beni bu kadar salladınız?. Neyse kartım 40 dk sonra elimdeydi. Paramı çektim, sinir stress yerini mutluluk ve keyife bıraktı. Kendime güzel bir yemek bir de bira söyledim. Güzel Ubud'un tadını çıkarmaya başladım :) "Ye Sev Dua Et (Eat Love Pray)" filminden sonra iyice ünlenen Bali-Ubud güzel enerjisi olan huzurlu sakin ve güzel bir belde. Etrafında güzel pirinç tarlaları, onlarca Hindu tapınağı, şirin ve tarzı olan otel ve restoranları olan bir belde. Bali adası halkı Endonezya'nın diğer bölgelerinden farklı olarak Hindu inancına sahip. Bunu farketmek çok kolay. Her yer rengarenk tapınaklarlarla dolu. Dansları ve ritüelleri ile farklı bir karektere sahipler.

Harika bungalovumda doğanın göbeğinde olmasından kaynaklanan birkaç sorunla karşılaştım ama halledemeyeceğim şeyler değillerdi. Gördüğüm en büyük kertenkele benim odamdaydı. Sonra banyoda küçük örümceklerin arasında dev bir örümcek. Uyanıp gözümü açtığım da dev bir eşek arısı. Hmm yapacak birşey yok hepsi doğanın parçasılar :D

Gece hayatı bakımında çok seçeneği olmaya Ubud'da bir kaç şirin yer var tabii ki. Bunlardan birinde canlı müzik dinleyip bira içmeye karar verdim. Oturup biramı söyledim; etrafta neşeyle dans eden 65 yaş ortalamasına sahip teyzeler vardı. Bu teyzeleren bir tanesi yanıma gelip bileğimden tuttuğu gibi beni piste götürdü. Hijj bişey yapamadım başladım dans etmeye. Çok şeker ve eğlencelilerdi. Her ne kadar onların genç versiyonları ile dans etmeyi tercih etsem de yinede çok güzel vakit geçirdim. Kırmızı tişörtlü Kanada'lı Max teyze Bali'de yaşayan çok renkli birisiydi. Sonraki gün de onunla burada karşılaştık ve arkadaşları ile içip eğlendik.

İçlerinden bir tanesi (Endonezya'lı olan) amcasının Denpasar kralı olduğunu ve kendisinin de prenses olduğunu idda etti. Şüpheliydim ama daha önce konuştuğum insanlardan duyduğum kadarıyla Bali 8 bölgeden oluşuyormuş ve zamanında 8 bölgenin 8 kralı mevcutmuş. Olabilirdi ama bilemedim. Müzik yapan Grupla tanıştım ve sohbet ettim. Bali'de dört erkek ismi olduğundan bahsettiler. Tanıştığım hemen herkesin adı Madi idi :)) Diğer 3 isim; Wayan, Putu ve Kadek. Ayrıca Bali'de kast sisteminin olduğunu, gençler arasında eskisi kadar katı olmadığını, grubun gitaristinin üst, solistin alt kasttan olduğunu öğrendim. İçlerinden bir tanesi Meşhur filmin çekildiği yerleri zamanı anlattı. Bir diğeri filmden sonra adaya ünlü akını olduğunu, Metallica grubunun solisti James Hetfield'ı motosiklet kullanırken gördüğünü söyledi. Amcası da Mick Jagger'ı pirinç tarlasının ortasında öylece otururken görmüş. Başka diğer ünlülerden de bahsettiler ama aklımda bunlar kalmış :) Onlara, bana ufak ufak yazmaya başlayan bu kadının gerçekten Prenses olup olmadığını da sordum. "Bize de aynı şeyi söyledi ama bilmiyoruz, krallık sadece sembolik şimdilerde dediler." Gece ilerledikçe prenses teyze iyice yazmaya başladı ve ben pansiyonuma dönmeye karar verince benimle yürümek istedi. Nazikçe reddettim ve bungalovumun yolunu tuttum.

Ubud keyifli bir iki gün geçirilebilinicek bir yer. Özellikle Bisma sokağı konaklama ve yeme içme bakımından güzel bir yer. Monkey Forest caddesi birkaç bar ihtiva ediyor. Ubud Sarayında düzenlenen Dans gösterisini tavsiye ederim. Motosiklet kiralayıp etraf dolaşılabilir, prinç tarları izlenebilir. İnsanlarla vedalaştım ve şirin aile ortamlı pansiyonumdan ayrıldım ve yünümü adanın bir başka beldesine, plaj ve eğlence hayatı ile ünlü "Kuta" bölgesine çevirdim...





































BALİ-KUTA

Kuta yolunda tanıştığım Çinli arkadaş sayesinde güzel bir konuma sahip bir yerde gayet uygun bir fiyata kalacak yerimi ayarladım. Bana ucuz ve güzel bir restoran da gösterdi ve sonra vedalaştık. Kuta'nın Ubud'dan farklı bir enerjiye sahip olduğu hemen anlaşılıyor. Daha basit ve hareketli bir yer. Etraf cafe bar pub vs dolu. Önce plaja gittim. Kiralık bir sürü sörf tahtası, az sayıda sörf yapan insan, kalabalık olmayan bir plaj. Yüksek sezon olmadığı hemen anlaşılıyor. Tanıştığım Endonezya'lı arkadaşlarla akşam buluştuk önce plajda içtik, sonra bir barda sonra ille Karaoke bara gideceğiz diye tutturdular ve Karaoke bara gittik. Gayet eğlenceli bir akşam oldu. İyi niyetli ve eğlenceli insanlardı. Kareoke barda şarkı bile söyledim :)) İki gün bu arkadaşlarla vakit geçirdim ve sohbet edip dolaştık. Onlar da içki içmeyi seven insanlar olunca iyi anlaştık.

Ertesi gün etrafı dolaştım; Avustralya'ya geçmeden güzel bir tişört almak istiyordum ama bulamadım. Pansiyonuma döndüğümde yan odada gitar çalan bir genç gördüm. Yanına gittim ve biraz takıldık. Aynı rotada seyahat eden 18 yaşında bir İngiliz; Billy. Gayet kafa dengi çıktı. Akşam onunla dışarı çıktık ve canlı müzik yapan birkaç yer dolaştık. Çok başarılı olmayan birkaç grup dinledik. Ertesi gün etrafı dolaştık. Kuta da gündüz yapacak fazla birşey yok. Burada da motosiklet kiralayıp farklı plajlar ve beldeleri gezmek mümkün. İnsanlar gündüz ya yatıyorlar ya da plajda takılıyorlar. Akşam herkes dışarıda barlarda ve kulüplerde eğleniyorlar. Etraf Avusralya'lı gençlerle dolu. Fiyatlar Ubud'a göre daha makul geldi bana. Ubud'da herkes tersini söylemişti.

Sonraki gün de Billy ile vakit geçirdik. Sonrasında Kuta sıkmaya başladı; ben Gili adalarına gitmeye karar verdim o Jakarta'ya dönecekti. Ama fikrini değiştirdi ve benimle Gili Adalarına gelmeye karar verdi. Biletleri aldık ve önce minibüse sonra bota atlayıp Gili Trawangan adasına geldik...























...devamını göster (show more...)

14 Şubat 2014 Cuma

Endonezya - Bromo ve İjen Yanardağları

BROMO:

Endonezya'ya geldiğimden beri aklımda olan Bromo yanardağını ziyaret zamanı gelmişti. Ulaşım şartlarını, fiyatları araştırırken İjen yanardağı ve krater gölünün resmini gördüm. Burası aynı zamanda en zor işler arasında kabul edilen kraterden sülfür madeni çıkarıp kilometrelerce sırtlarında taşıyan insanlarlada biliniyordu. İkisini görmeye karar verdim ve araştırmaya devam ettim. 4-5 acenta dolaştıktan sonra oldukça uygun fiyatı olduğunu düşündüğüm bir paket tur satın aldım. Kendi başıma gitmekten daha zahmetsiz ve ucuz götünüyordu.

Sabah erkenden Pansiyonumdan alındım ve bir minibüs ile Bromo'nun hemen yakınındaki küçük köye doğru hareket ettik. Otele ulaşıp çantamı atmam 13 saati buldu. Otelin restoranı kapalıydı ve karnım çok açtı. Tur görevlileri ilgili ve nazik olmaktan uzak insanlardı. Şunu belirteyim güney doğu asya ülkelerinde satın aldığınız turlardan çok şey beklememek gerekyor. Söyledleri ve tahahüt ettiklerinin bir kısmı yalandan ibaret olabiliyor. Açık dedikleri restoran kapalı olunca yiyecek bulabileceğim bir yer aramaya çıktım ve otelin birinin balkonunda üzeri yemek ve içki dolu masanın etrafında kahkalarla yiyip içen Endonezya'lı bir gurup ile karşılaştım. Nereden yemek bulabileceğimi sorduğumda "Buradan!" Diyerek gülmeye devam ettiler ve masalarında ne varsa ikram ettiler. Sadece bir kısmını kabul ettim ve ücretini ödemeyi teklif ettim ama kabul etmediler. Biraz onlarla takıldım sonra otel...

Sadece 3,5 saat uykunun ardından saat 03:30 da kalktım ve 04:00, harekete geçtik. Hava karanlık ve oldukça soğuktu. Önce eski ciplere atlayıp Manzara zirvesine doğru hareket ettik. Bu zirve Bromo ve etrafındaki dağları bir arada görebileceğiniz müthiş bir manzara sunmaktaymış. 1 cipe 8 kişi sığabiliyormuş onu da görmüş oldum :) Zirveye ulaştığımda güneş doğuyordu ve manzara nefes kesiciydi. Hava aydınlanmaya başladığında Bromo ve diğer dağlar karşımızda masalsı bir görüntü veriyorlardı. Gördüğüm manzara müthişti ve oldukça etkileyiciydi. Oldukça şanslıydık çünkü hava açık ve pırıl pırıl bir gökyüzü vardı. Bromonun üzerinde dumanlar tütüyordu. Bu mevsimde buraya gelen insanarın çoğu yuğun sis ve dumandan hiçbirşey göremeyip hayal kırıklığı içinde buradan ayrılabiliyorlardı. Sonuçta doğa bu, garantisi yok. 1 saat kadar burada kalıp manzaranın ve oldukça farklı bir jeolojik yapıya sahip bölgenin tadını çıkardım. Sonrasında ciplere binip Bromo'ya doğru hareket ettik. Cipleri park ettikten sonra Bromo'ya turmanma zamanı geldi. Heyecan ve keyif, hafif bir yorgunlukla buluştu ve 15-20 dk'lık bir tırmanıştan sonra Bromo Kraterine bakıyordum. Daha önce hiç yaşamadığım bu tecrübe oldukça zevk vericiydi. Kraterden dumanlar yükseliyordu. Kulak kesilip dinlediğinizde Bromonu sesini net bir şekilde duyabiliyorsunuz. Ve tabii ki kokusunu da rahatça alabiliyorsunuz. Deniz seviyesinden yüksekiği 2329mt. Söyleyecek bişey yok oldukça eşsiz anlar... Tırmanmak istemeyenler veya tırmanamayacak durumdakiler için etrafta at kiralayan yerel halk yardıma hazır bekliyorlar. Belli bir ücret karşılığı tabii. Bromo ve etrafındaki jeolojik yapı gerçekten görülmeye değer. Bundan daha etkileyici ve güzel yanardağlar olduğunu da söylüyorlar. Ancak bunların bir kısmına çıkmanın kolay olmadığını, ciddi bir fiziksel efor ve ekipman gerektiğini de ekliyorlar. Endonezya Volkan'lar anlamında oldukça zengin bir ülke.

Sadece 3,5 saat uyuduğum otelime dönüp küçük bir kutuda sunulan basit kahvatıyı gömüyorum ve çantamı alıp minibüse biniyorum. Zira İjen'e hareket zamanı. 5-6 saatlik bir yolculuk beni bekliyor. Umarım İjen'de de bu kadar şanslı olurum ve hava güzel olur...











































İJEN:

Deniz seviyesinden yüksekliği yaklaşık 2800 mt. 6 saatlik bir yolculuk sonrası İjen yakınlarındaki şirin bir köyde bulunan otele yerleştim. Karnım oldukça açtı; yav hep mi açım ben de?? :) Naapiim yolculuk hayatımın yarısı minibüs otobüs bot vs araçlarda geçiyor yemek servisi hak getire. Otelde beğenmediğim 2 şey odamda hiç durmadan akan sifon ve alternatifi olmyan fix ücretli akşam yemeği oldu. Seçme şansınız yok, etrafta restoran yok. Size sunulan yemeği istenilen ücret karşılığı tüketeceksiniz ya da aç kalacaksınız. E yedim tabii; ertesi gün 1 saatlik tırmanış vs. Yemekte diğer misafirlerle oldukça keyifli sohbet sonrası 03:30 da kalkmak üzere odama döndüm.(Yine 03:30 öyyfff! :( )

Sabah minibüsle bir süre ilerleyip tırmanışla devam edeceğimiz yere geldik. Hava oldukça sisliydi ve krateri görme şansımız çoook düşüktü. Şans bu sefer bizden yana değildi. Yine de tırmanmaya başladık. Yaklaşık yarım saat tırmandıktan sonra mola yeri kafeye ulaştık. Önce bir çay, sonra devam. Yolda Sülfür madenini taşıyan insanlarla karşılaşıp madeni inceledim ve mola vermiş insannlarla sohbet ettim. Bir kısmının İngilizce'si hiç fena değili. Yaptıkları oldukça zor iş karşılığı üç kuruş para kazanan bu insanlar haftanın 6 günü (Cuma hariç) kratre inip sepetlerini doldurup taşıyorlar. Sepetlerindeki madenin ağırlığı 70-110 kg arası değişiyormuş. Günde iki sefer yaparak kilosunu 800 rupiah gibi çok düşük bir ücretle satıyorlarmış. Bir seferde ellerine geçen rakam ortalama 4-6 dolar civarıymış. Bu işin ne zor olduğunu çürüyen omuzlarını gösterek anlatıyorlar. Ben de sülfürden yapılmış küçük bir kaplumbağa satın alarak küçük bir katkıda bulundum. Yolculuğum boyunca aldığım ilk hediyelik eşya. 3 santimlik bişey.

Oldukça cana ykın insanlar ama arada rehberlik yapma adı altında yüksek fiyatlar talep edebiliyorlar. Geniz yakan, göz yaşartan gaza aldırmadan yaptıkları bu işin hiçbir tehlikesi olmadığını idda ediyorlar. Sülfürün ilaç, kozmetik vs sektörlerde kullanıldığını, sağlığa hiçbir zararının olmadığını da ekliyorlar. Kratere doğru tırmanış sırasında gazın etkileri artıyor ve görüş mesafesi düşüyor. Bir yere geldikten sonra görüş mesafesi sıfıra kadar düştü ve bir metre ötesini görmekte zorlanmaya başladık. Grupta bulunan Alman kadının yanımızdan ayrıldığını farketmedim bile. Bir süre sonra durup devam edip etmemeyi düşündüm. Yanımdakilerle devam etmeme kararı aldık zira hiçbirşey görmeden ilerlemek pek akıllıca görünmüyordu. Malesef şans bu sefer yanımızda değildi ve krater gölünü göremedik. Geri dönüp ilerlemeye başladığımızda, siste yolunu kaybetmiş Alman kadını bulduk ve bizi gördüğüne çok sevindi. Yüzündeki mutluluk bariz görünüyordu. Krater gölünün olduğu resimleri fikir sahibi olunması için internetten ekledim (Son 3 resim).

Her ne kadar kratere inememiş ve görememiş de olsam orada bulunmak, atmosferi yaşamak çok farklı bir deneyimdi. Bu tur seyahatimde yaptığım en güzel aktivitelerden birisi oldu. Tur kapsamında Bizi Bali'ye götürecek minibüse ulaştım ve yine düştüm yollara. İstikamet ünlü Bali adası.........





































...devamını göster (show more...)