11 Eylül 2014 Perşembe

Kolombiya - Bogota

Medellin'den 11 saat süren otobüs yolculuğu ile Bogota'ya ulaştım. Bogota'da kalmak istediğim iki bölge bulunuyordu. İlk bölge olan Zona Rosa'ya ulaştım ve "North House" hostele yerleştim. Hostelin yarısı Bogota'da yaşayan yabancılarla dolu. Kaldığım en huzurlu hostel diyemem ama kötü de değildi. Az biraz uyudum ve dışarı çıkıp hem yemek yedim hem de etrafta dolaştım. Bu bölgenin durumu iyi, belli. Etrafta alış veriş merkezleri, nezih bar ve restoranlar dolu. Kısa bir arayış sonrası ucuz bir esnaf lokantası buldum ve güzel bir yemek yedim. Ucuz lokantalarda set yemek 5-6 lira civarı. Setin içinde koca bir kase çorba, tavuk, pilav, salata ve su katılmış taze meyve suyu mevcut :) Akşama Couchsurfing sitesinden arkadaşım Jimena ile buluşup dışarı çıktık. Chapinero bölgesinde "Cinema Bar" isimli şirin bir yere gidip hem Bogota hakkında bilgiler aldım, hem sohbet ettik hem de dans etmeye çalıştık.(Ben tabii ki; o zaten biliyordu:) Çok keyifli bir akşam oldu.

Ertesi gün Medellin'de tanıştığım G. Kore'li arkadaşım Cristian ile buluştuk ve dışarı çıktık. Sohbet muhabbet derken akşam oldu ve buralarda benden daha fazla zaman geçirdiği için onun rehberliğinde gecelere aktık desem yeri olur. Cristian çok ilginç bir adam, 2 saniyede 3 kişi ile tanışabiliyor :D Başka arkadaşlarla tanışıp sohbet ettik ve Club Colombiya birası eşliğinde eğlenceli bir akşam yaşadık...

Sonraki gün çantamı topladım ve Candalaria bölgesine gittim. Gündüz olmasına rağmen yolda fazla oyalanmamam konusunda uyarıldım zira azıcık tehlikeli olabiliyormuş. "Peki" dedim ve önce otobüs sonra taksi ile Candalaria bölgesine ulaştım. Koloniyal binalarla dolu bu eski mahalle çok hoşuma gitti. Etrafta bolca bulunan hostellerden birisini seçtim ve çantamı bıraktım. Hostelimin hemen aşağısında bulunan küçük meydanda Stand-Up gösterisi yapan bir adam 20-25 kişiyi güldürüp eğlendiriyordu. Sokaklarda dolaştım ve Bogota'daki ilk fotoğfarları çektim. Zira Zona Rosa bölgesinde fotoğraflık bir durum yoktu. Akşam olunca küçük bir barda "Chicha" içtim. Chicha, genelde mısır, değişik olarak da üzüm elma vs meyvelerin fermante edilmesiyle elde edilen bir içecek. Buralarda oldukça popüler. Tadı feci yoğun ve ekşimsi buldum. Her zaman içmek isteyeceğim bir içki değildi doğrusu. Candalaria bölgesi akşam olunca değişik bir forma bürünüyor. Evsizler, çöpleri karıştıranlar, para isteyenler ve birşeye ihtiyacım olup olmadığını soran insanlar pek güven vermiyor doğrusu. Meydandan bir iki sokak uzaklaştığım zaman üzerime yönelen bakışları pek beğenmedim. Hostel yolları taştan...

Sabah kalktım ve kalkar kalmaz edindiğim harita ve bilgilerin rehberliğinde "Catedral del Sal" Tuz Katedralini görmek üzere yollara düştüm. Önce otobüs sonra minibüs ile 1,5 saat süren yolculuk sonrası katedrarin bulunduğu şirin beldeye vardım. Meyve satın aldım, yürüyerek katedrale ulaştım. Beklediğim şey eski tuz madeninde bulunan bir katedral görmek idi. Ancak ulaştığımda gördüm ki iş öyle değil. Tüm maden katedral. Koridorlardan rehber eşliğinde aşağı doğru indik ve tuz kalıpları çıkarılmış genelde 5-6 metra genişliğinde 40-50 metre uzunluğundaki tüneller loş bir şekilde aydınlatılmış ve Haç'larla süslenmiş. Kocaman bir yer ve onlarca bölümden oluşuyor. Çeşitli boy ve ebatlarda salonlar, ibadet yerlerinın yanı sıra içeride heykeller, çeşit çeşit haçlar, hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlar, ışık gösterisinin yapıldığı bir bölüm, bölgenin yerlilerine kadar uzanan tuz tarihi belgeselinin gösteriminin yapıldığı sinema salonu mevcut. Beklemediğim bu tablo beni oldukça tatmin etti. Loş ve renkli ışık, her yerde duyulan yavaş ve etkileyici müzikle beraber değişik hissetmenizi sağlıyor.

Bogota'daki bir başka durağım "Museo del Oro" Altın Müzesi oldu. Bölgede binlerce yıl öncesinden başlayan altın işleme sanatının örneklerinin sergilendiği güzel bir yer. Amerikan yerlilerinin üretikleri çeşitli boy ve ebatlarda süs eşyaları, düğün, cenaze ve günlük hayatta kullanılan takılar, hükümdarlara özgü altın eşyalar vs oldukça dolu bir müze. Ayrıca ilkel tekniklerle altını nasıl işledikleri tasvirlerle anlatılıyor.

Bogota'daki en büyük sürprizim bana önceden söylenen,(Nedense) sadece yerel Kolombiyalı grupların çıkacağını düşündüğüm "Rock Al Parque" isimli festival oldu. Kahvaltı sonrası hostelde otururken önümde duran festival programına ilişti gözlerim ve hemmen kocaman oldular tabii. Günün prgramında "Black Label Society ve Anthrax" gibi gruplar vardı. Bir süre Ozzy Osbourne'un gitaristliğini yapmış sonrasında kendi grubunu kurmuş ünlü gitarist Zakk Wylde o akşam konser verecekti ve giriş ücretsi idi. Zakk, kendine has tarzı ile oldukça beğendiğim bir gitarist idi. Antrax ise lise zamanlarımda dinlediğim çok favori gruplarımdan olmasa da bedava dinlemenin keyifli olabileceği bir gruptu. Dergiyi karıştırırken sohbet ettiğim hostel arkadaşlarımdan Alman ve Venezuella'lı olanlar ile anlaşıp konserin yapılacağı "Parque Simon Bolivar" a yollandık.

Ulaştığımızda sahnede Puerto Rico'dan ünlü bir reggie grubu sahne de idi. Parkta 3 sahne kurulmuştu ve akşama doğru sadece ana sahnede 150.000 kişi zıplıyordu. Bu kadar insan aynı anda zıplayınca yer zangır zangır sarsılabiliyormuş :D Katıldığım en kalabalık festivelde, diğer sahnelerle beraber 250.000 kişi mevcutu. Dehşet bir rakam. Konser bedava olunca rakamlar coşmuş tabii. Alkollü içeceklerin yasak olduğu alana girdiğim zamanki yoğun ot kokusunu tarif etmem güç. Tabi bu ot kokusu çimlerden gelmiyordu. Hemen Kolombiya'da olduğu hatırlayıp gülümsedim :))

Black Label Society çıkana kadar sahne alan latin grupların bir kısmını gerçekten beğendim. Zaman gelip çattı ve Zakk Wylde grubuyla sahneye çıktı. Keyifli bir saat geçirdim ama itiraf etmeliyim ki Zakk Wylde'ın canlı performansını çok beğenmedim. Küçük sahnede performans sergilediler ve çok kalabalık değildi konserin ortalarına doğru izleyicilerden ayrılanar oldu. Bir süre sonra boşluklar büyümeye başladı. Fazla uğraşmayıp kendini fazla yormadan çalıp gittiğini söyleyebilirim.

Son günümün akşamında "Tantuniiiii! Şalgaaaaam!" diye feciat derecede aşeriyordum.Gün boyu Türk yemeklerinin hayallerini kurmuştum ki lokantanın birinin önündeki panoda" Comida Turko: Lahmacun" yazısını gördüm. "Obareeey!" tepkisinden sonra içeri daldım ve önce kendimi tanıtıp lahmacun söyledim.Lokantanın müdiresi kadın Türk olduğumu öğrenince çok sevindi ve yemek hakkında yorum istedi.10 dk sonra önüme konan yemeğim lahmacunla ilgisi yoktu.Yemeğe baktım kadına baktım, "Bu lahmacun değil ki!" dedim. Kadın dumur oldu "Nasıl yani? İnternetten baktık böyleydi" tepkisini verdi.(İnternetten bakıp lahmacun yapmışlar:) Önüme konan şey aslında içinde sumaklı soğan ve domates olan kıymalı bir dürümdü. Kadına lahmacunun böyle olmadığını açık vaziyette daha ince hamura bezenmiş kıyma soğan maydonoz vs harç ile yapıldığını hatta ince ve çıtır olanının makbul olduğunu maydonoz vs yeşilliğin ayrı servis edildiğini söyledim. Notlarını alan kadın ertesi gün tekrar gelmemi ve tatmamı rica etti. Üzülerek söyledim ki ben Cali'ye gider,size başarılar! :))





















































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder