16 Şubat 2018 Cuma

Güney Afrika - Cape Town

Kısıtlı zaman sebebiyle durup dinlenmeden devam eden yolculuğumuzda sıra Cape Town'daydı. Sabah erken saatlerde indik Cape Town hava limanına. En uygun fiyatlı ulaşım araştırması sonucu takside karar kıldık. Komik bir pazarlık aşaması sonrasında anlaştık ve daha önceden kalmayı planladığımız "Long Street Hostel" e gitmek üzere Long Street'e (Long Caddesine) doğru yola çıktık. Long street bölgesi barları restoranları ve hostelleri ile tam bana hitab eden bir bölge. Geceleri biraz tekinsiz görünsede biraz dikkatli olunduğunda bir sorun çıkacağını sanmıyorum. Bizim başımıza kötü birşey gelmedi. Yorgunluktan haşat durumda olduğumuzdan biraz uyku ve duş sonrası çıktık sokaklara. Hem binalar hem insanlar renkli. Sokakta yaşayanlar, dilenciler ve uyşturucu dahil birşeyler satmaya çalışanlar yolunuza çıkabiliyor. Nazikçe ve kararlı bir şekilde teşekkür edip yola devam etmek gerekiyor. Para bozdurma olayı biraz komplike. Bankaların kuru düşük. Şehirde çok çeşitli dükkanlarda para bozdurmak mümkün. Ben saatçi, antikacı, kadın giyim mağazası ve ne olduğunu pek kestiremediğim bir yerde para bozdurdum :))

Bir bira delisi olarak kendi biralarını yapan Beer House isimli bara gittik. IPA (İndia Pale Ale) tarzı biralardan denedik. "Funk Machine" isimli bira enfesti doğrusu. Fiyatlar ne ucuz ne de pahalı. Birkaç yere daha gittikten sonra hostel ve zıbarma!

Ertesi gün Masa Dağna (Table Mountain) a gitme planımız suya düştü. Dağ'a teleferikle çıkılıyor ve öncesinden hava şartları sebebiyle teleferiğin çalışıp çaılışmadığını kontrol etmek gerekiyor internetten. Sonraki gün tekrar denemek üzere şehri keşfe çıktık. Bence bir şehri en iyi tanıma yolarından birisi de, bir harita edinip şehrin sokaklarında kaybolmak. Güzel fotoğraf yakalamak yerel insanlarla tanışmak, yerel yemekler yemek, şehrin internette bulamayacağınız yönlerini görmek mümkün. Biz de öyle yaptık ve dolaştık. Fotoğraflarda gördüklerimin bir kısmı mevcut. Akşam yine yemekten sonra Beer House'a gittk. Biraları yuvarlarken arka masadan gelen Türkçe sesler sonrası iki Türk arkadaşla tanıştık. Özel Bir hava yolu şirketinde hosteslik yapıyorlarmış ve tatile gelmişler. Tadı çok güzel diye hızlı hızlı yuvarladığımız biraların da etkisiyle keyifli bir sohbet yaptık...

Ertesi sabah Masa Dağı'na çıkma denememiz yine başarısız oldu. Yine kuvvetli rüzgar sebebiyle teleferik seferleri iptal. Biz de önceki gece tanıştığımız arkadaşlarımızla Sandy Bay isimli plaja gittik. Hava şaşkın, bir açık bir kapalı ve rüzgarlıydı. Beyaz kumlarda keyifli geçen plaj yürüyüşü sonrası plajın hemen arkasında sıralanan restoran barlardan birisine girmek üzereyken "Hörç" diye yağmur indi. Bu arada burada son yılların en saçma ilk baharı yaşanıyormuş şansımıza. Restoranda bira içerken ortamda yaptığım espri ve reaksiyonunu anlatmasam olmaz :D :D Biz biraları içerken hostes arkadaşlar Suşi yiyorlardı. Wasabi sosu görünce içimden MFÖ'nün şarkısı geçti ve "Mazeetim var Wasabiyim beenn!!" diye şarkıyı seslice söyleyip bastım meşhur kahkahalarımdan birisini :D Kızlar şaşkın bir şekilde birbirlerine baktılar ve anlamadılar. Onlara açıklayım derken ortam daha komik hal aldı :D Oradan "Water Front" isimli bölgeye geçtik. Kızlar Akvaryuma girdiler biz liman tarafı ve etrafını gezdik yemek yedik. Bu bölge oldukça elit. Fiyalar bariz yüksek. Zengin beyazlar ağırlıkta. Burada beni en çok şaşırtan şey sokaktta yaşayan ya da dilenen hiç kimseyi görmemem. Etrafta özel güvenlik mevcut ama dilenciler veya satıcılar buraya nasıl giremiyor? Bu ülkenin vatandaşları şehrin herhangi bir bölgesine istediklerinde giremiyorlar mı? Bu nasıl sağlanıyor? Yani ABD'deyken bunun tam tersi durum ile karşılaşmış hatta fotoğraflamıştım. Los Angeles'da Beverly Hills gibi müthiş elit bir yerde, Versace, Gucci, Valentino gibi markaların mağazalarının bulunduğu, sokaklarında Ferrari'lerin Bugatti'lerin park ettiği bu bölgede bir Evsiz içine ıvır zıvır doldurduğu çalıntı Süpermarket arabasıyla üzerinde sadece bir don ile gazetesini okuyordu. (Ayrıntlar Los Angeles yazımda).

Sokakta gördüğüm Gospel gurubunun harika vokalleri eşliğinde biramı yudumlarken zevkten dört köşeydim. O kadar keyifli ve dokunaklı söylüyorlardı ki bir ara gözlerimin dolduğunu söylemeliyim. İşte orada o anda Afrika'da olduğumun gerçekten farkına vardım. Sonrasında yürüyerek Green Point isimli bölgeye gittik. Orada girdiğimiz bir barda IPA bira bulmayı başardım ve hemen gömdüm :) Long Steet'e dönebilmek için uzun süre taksi aradık bulamadık. Sonrasında eski,  Türkiye usulü bir dolmuş gelip durdu önümüzde. "Cape Toooownn! Come on Cape Tooown!" diye şaka gibi, bildiğin "Akssrraaaay!" diye bağırıyor adam. "Long Street'e gidiyor mu Abi?" dedik. "Gidiyor atlayın gardaşş!" dedi atladık :DDD Akşamına önce Beer House sonra deli gibi kalabalık ve parti ortamı olan başka bir bara gittik. Bir birada orada içtik pek sarmadı kaçtık.

Arkadaşım Cankat ile hem Afrikay'a gelmeden önce hem de Afrika'da en çok konuştuğumuz olaylardan birisi de "Büyük Beyaz Köpek Balığı Dalışı Turu" idi. Bir yandan tırsıyor bir yandan nasıl olur diye düşünüyorduk. Şaşırtcı bir şekilde bu turu sorduğumuz herkes, her acenta artık bu turun mümkün olmadığını, Büyük Beyaz Köpekbalıklarının, Katil Balinların (Orka) saldırılarına maruz kaldıklarını ve sahilleri terkedip açık denizlere kaçtıklarını söylediler. Bu olay ilk defa bu yıl meydana gelmiş ve hepsi şaşkınlarmış.

Cape Town da yaşadığımız en dolu gün ise ertesi gün oldu. Lucky and Lost Tur firmasından satın aldığımız turda önce "Bo Kaap" isimli bölgeye geldik. Uzun zaman önce buraya getirilen Müslüman Malay'ların kurduğu mahalle. Heryer rengarenk boyanmış evler. Rivayete göre hangi evin kime ait olduğu belli olsun diye herkes kendine bir renk seçmiş. Buradan Boulders Beach'a gidip Tatlı şirin Penguenleri gördük. Yanıbaşımıza dizilmiş kendi hallerinde takılıyorlardı. Buradan Ümit Burnu'nun da yer aldığı Milli Park'a yollandık. Önce bir plajda piknik yaptık. Güney Afrika tarzı Vegan Sandviç. Sonrasında Ümit Burnu'na devam ettik. Yolda Yiyecek meraklısı Babun cinsi Maymunlar bize eşlik etti. Bunlara kesinlikle yemek verilmemesi, size yaklaşmaları halinde aracınıza binmeniz isteniyor. Zira yemek uğruna saldırgan olabiliyorlarmış. Sonraki durak Ümit Burnu durağı. Önce Deniz Fenerine çıkıp yüksek noktadan manzaraya baktık sonrasında meşhur Ümit burnu'na indik. Orjinal ismi, "Cape Of Good Hope"

Portekizli kaşif Bartolomeo Dias, 1488 de keşfedip, yakalandığı amansız fırtına sebebiyle önce "Fırtına Burnu" ismini vermiş. Denizcilerin moralini bozacağı düşüncesi ile Umit Burnu olarak değiştirmiş.. Buradan biraz yorgunluk atmak ve Güney Afrika şaraplarını tadmak üzere Noordhoeks Long Beach'in üzerinde kurulu "Cape Point Vine Yards" isimli Şarap Firmasına gittik. Bağlar ve şarap tadım odaları. Biz oturduk görevliler 5 çeşit şarabı önce tanıttılar sonra tadtırdılar. Keyifliydi. Sonrasında araca atlayıp Chapmans Tepesi boyunca ilerledik. Hout Bay Limanı manzarası eşliğinde zaman zaman fotoğraf için durduk sonra tekrar yola devam ettik. Sıcak kanlı ve her fırsatta bilgi veren rehber şoförümüz Brendan sayesinde keyifli bir tur oldu.

Güney Afrika seyahatim keyifli, oldukça dolu ve tatmin edici geçti. Tavsiye ediyorum.

Not: Güvenliğe önem verin. Dikkatli olun, paranoyak olmayın tadını çıkarın! :))






















































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder