10 Nisan 2014 Perşembe

Yeni Zelanda - Güney Ada

CHRISTCHURCH:

Önceden ayarlamış olduğum feribot ve otobüs biletleri sayesinde önce feribot ile Picton'a geçtim. 3 saat süren çok güzel bir yolculuk oldu manzara harikaydı. Sonrasında Picton limanında bekleyen otobüsüme binip 6 saat süren güzel manzaralı ikinci yolculuğumu gerçekleştirdim. Şirin kasabalardan, çiftliklerden, uzanıp güneşlenen fok sürüsünün olsuğu sahillerden geçtik ve Christchurch'e ulaştım. Eve vardığımda Billy ile kucaklaştık ve sıcak karşılandım. 2 gün burada kaldım. Christchurch feci ruhsuz ve garip bir şehir. 3 yıl önce ciddi bir deprem olmuş ve şehir merkezindeki birçok bina yıkılmış ve hasar görmüş. Çok ciddi deprem olmasına karşın ölü sayısı 160 civarı olmuş. Bizim 1999 depremini düşünüyorum da, çok feci bir tabloydu. Sokaklar bomboş herkes arabası ile dolaşıyor. Sadece motor sesi olan, insanların banliyölerde yaşadığı bir yer. Zaman zaman yıkılmış binalara rast geldim hatta yarılmış kaldırımlara.

Araba kiraladık ama son anda ve zor oldu. Ciddi bir depozit rakamı, sigorta ve kredi kartı ile ilgili bürokratik engelleri tatlı dil ve sohbetle aştık. Cumartesi öğlen saat 1 de kapanacak şirketten 1'e 5 kala arabayı kiralamayı başardık. Üstelik son kalan bu arabayı kiralamaya hazır bekleyen diğer müşterilerin önünde :)

Markete gidip alışveriş yaptık. Konserve kuru fasülye, ton balığı, peynir, bal, çikolata, meyveler, sebzeler ve 24'lük bira kutusu vs satın aldım. Yolculukla ilgili bütün alışverişleri tamamladık son gece yemekleri ben yaptım. Türk yemeklerini merak eden anneanneye, etli sebzeli yahni gibi bişey yaptım yanına da risotto. Ne kadar Türk yemeği olduğu tartışılan yemekler beğenildi ve hepsi bitti :) Yolculuk ile ilgili rota ve planlar yapıldı sabah erkenden yolllara düştük. Billy, anneannesinin kesinlikle beni sevdiğini yoksa bu kadar nazik ve misafirperver olmadığını söyledi.

GÜNEY ADA, BİR YOL HİKAYESİ :)

Sabah erken yollara düştük. Yollar güzel sakin ama tahminimden biraz daha dardı. Şehirden uzaklaştıkça etraf, manzara güzelleşmeye başladı. Güzel yol müzikleri eşliğinde abur cubur meyve tıkınıp şarkı söyleyerek devam ettik. Yolda güzel bir manzara gördüğümüzde durup tadını çıkarttık, fotoğraf çektik. Renk renk göller ve akarsular var güney adada. Turkuaz mavisi, koyu mavi, yeşil, renk renk ve hepsi tertemiz. Yolda durup bagajdaki nevaleden beslenip yola devam ettik. İlk gün hava çok güzeldi. Akşama doğru Queenstown şehrine vardık. Oldukça küçük bir şehir. Tertemiz, zengin görünümlü, turistik, pahalı restoranları ve hediyelik eşya dükkanları olan bir şehir. Etrafı dolaştık, sahilde gezdik ve parkta bira içtik. Saat 22:00'a kadar dışarıda içki içmeye izin varmış o parkta. Normalde Y. Zelanda'da dışarıda içki içmenin ciddi cezası var. Sonra bir bara gittik ve bir bira da orada içtik. Arabaya döndük, koltukları indirdik, battaniyelere sarındık ve uyuduk :)

Sabah güzel bir yerde durup doğanın içinde kahvaltı yaptık sonra yola devam. Y. Zelanda'da araçlarda direksiyon sağ tarafta ve yolun solundan ilerlemek gerekiyor. Başlarda "Yav nasıl olacak bu iş, yıllarca aracın solunda kullandım yolun sağından ilerledim" diye endişeleniyordum ama o kadar da zor değilmiş. Alışmam fazla uzun sürmedi. Güneye "Fiortland Ulusal Parkı" na doğru ilerledik. Manzara harikalaşmaya, yağmur yağmaya başladı. Etraftaki tepelerin heryerinden sular akıyordu. Sanki dağlar, tepeler sular seller gibi ağlıyorlardı. Durup bu manzarayı izlemek nefes kesiciydi. Dumanlı karlı tepelerin, dağların arasında ilerledikçe karşımıza çıkan manzaralar, çıktığımız bu turun hakkını veriyordu doğrusu. Araç kullanırken hibir canlıyı ezmedim, gururluyum. Ama malesef yollar ölü hayvanlarla doluydu; genellikle possumlar(Keseli sıçan).

Wellington'da konuştuğum çiftle sohbet ederken bana Y. Zelanda'nın normalde hiçbir Memeliye (İnsan hariç :) ) ev sahipliği yapmadığını, etrafta görünen koyunların ineklerin vs hep dışarıdan getirildiğini söylemişti. Etrafta dolaşıp fotoğraflar çektik. Akşam Milli Park'ta bululan bir kampta konakladık. Kamp bir akarsu kenarında ve içme suyu buradan sağlanıyor. Buz gibi ve lezzetli su :) Ertesi gün Milford Sound'da tekne turu yapmak üzere küçük limana gittik ve turumuzu satın aldık. Milford Sound gerçekten harika bir yer. Dünyanın en güzel bölgeleri arasında gösteriliyor. Tur buyunca şelaleler, güzel koylar, dağ ve tepe manzaraları gördük. Yunuslar bize eşlik etti, Fok balıklarını izledik. Geçekten harika bir tur oldu. Turda tanıştığımız Kanada'lı arkadaşlar bize uyumak için bir kamp bölgesi tavsiye ettiler ve arabada uyumak üzere oraya gittik. Birinde gitar varmış, biz de yiyecekleri içecekleri ve gitarı alıp Göl kenarına gittik. Süper manzara eşliğinde tıkınıp sırayla gitar çalıp şarkı söyledik. Çok keyifli bir akşam oldu. Hava oldukça soğudu ve arabaya dönüp battaniyelere sarıldım. İki tane battaniyeye sarılmama rağmen uyumak zor oldu. Sabah erkenden kalktığımda gördüğüm manzara soğuğun derecesini gözler önüne seriyordu. Araba ve çevredeki otlar buz tutmuştu...

Yollarda her virajda, o viraja kaç km ile girilmesi gerektiğini yazan tabelalar vardı. Oldukça faydalı olduklarını düşünüyorum. Yollardaki köprülerin çoğu tek araç geçecek şekilde yapılmıştı. Diğer araç beklemek zorundaydı. Önce yadırgadım ve "Ekonomisi böylesine iyi bir ülke yollarına çift şeritli köprü yapamıyormu?" diye söylendim. Ama tabii büyüklü küçüklü bu akarsuların 100'leri bulması sonucunda, nüfüsu oldukça az, trafiği seyrek olan bu bölgede köprüleri tek şerit yaparak ciddi tasarruf sağladıklarını düşündüm.

İstikamet batı yakasıydı ve hava çok güzeldi. Yollar keyifli, müzik keyifli, hayat çok keyifli idi. Bu tur beni adeta coşturdu. Harika bir yolculuk yapıyordum ve ne kadar şanslı birisi olduğumu düşünüyordum. Bu şansı kendim yaratmış olsam da yine de bunu yapamayacak insanları düşünmeden edemedim. Elimden geldiğince gördüğüm ve yaşadıklarımı aktarmaya çalışıyorum. Yazı, fotoğraf ve video aracılığıyla...

Batı yakasına (Haast) ulaştık. Bir motelde konakladık. Sabah okyanus kıyısında kahvaltı ettik. Tabii bu süre boyunca hep bagajdaki önceden alınmış yiyeceklerle beslendik. Bir öğün bile dışarıdan yemediğimizi söylemeliyim :) Artık ton balığı ve konserve görmek istemiyoooruuumm!! :D

Etrafta dolaştık ve kuzeye doğru yola devam ettik. Araç kullanmak o kadar zevkliydi ki yüzlece km yol yapsam da hiç bıkmadım. Akşama doğru "Ross" isimli kasabaya ulaştık. Bir avuç insanın yaşadığı bu eski altın madeni kasabasında durakladım ve bir evin fotoğrafını çektim sonra kasabanın barında bir bira içip internet'e girip Aileme iyi ve sağlıklı olduğumu bildirip mesajlarıma baktım. Bu yolculuk boyunca internet sorun oldu. Pek haber alıp verme imkanına sahip olamadım. Bardaki sıcak kanlı insanlar yan taraftaki pansiyonda oldukça uygun konaklama imkanı olduğunu söyleyince Y. Zelanda'da ödediğim en ucuz konaklama ücreti ile orada konakladık. Şaka gibi, bar saat 22:00 de kapandı, biz de yattık :)

Sabah güzel ve uzun bir yolculuk bizi bekliyordu. Batı yakasından doğu yakasına "Kaikoura" ya yolculuk. Yine güzel bir yol sonrası güzel bir öğleden sonra Kaikoura'ya vardık. Küçük, şirin, temiz ve huzurlu bir yerdi. Bir hostel ayarladık ve dinlendik. Akşam son kalan konserve yiyecekleri gına gelerek yedim ve "Türk yemekleri istiyoruuuum özzlediiim!" diye söylendim :) Akşam, yakınlarda bir bar olduğunu ve o akşam açık mikrofon ve sahne olduğunu öğrendik, mutlu olduk. Yanımızda bulanan ucuz şampanyayı patlattım ve mantar 20 mt falan uzağa fırladı. Neyse ki balkondaydık ve kimse zarar görmedi. O gece garip bir geceydi, baya bir içmek ve eğlenmek istedim. Yanımdaki biraları da gömüp hosteldeki birkaç arkadaşı yanımıza alarak bara gittik. Yaş ortalaması 60-70 olan amcalardan oluşan bir grup sahnede müzik yapıyordu :) Çok şekerlerdi ama bir sorun vardı, oldukça kötülerdi :( :) Yine de oturup dinledik. Başka birkaç müzisyen de çalmaya başlayınca, biz de çalmak istediğimizi söyledik. Sahneye çıktık ve keyifle çalıp söyledik. Güzel gece barmaid tarafından ikram edilen bedava bira ile daha da güzelleşti. Tekrar sahne aldık ve insanlar coştu, insanlar coştukça bedava bira da coştu ve oldukça güzel oldum, hoj oldum :D Yaşlı müzisyen amcalar pek gitarları bize vermek taraftarı değillerdi. Amcaların bizi kıskandığı kararına vardık ve güldük. Son gece oldukça keyifli ve istediğim coşkuda geçti.

Ertsi gün Christchurch'e dönmek ve arabayı teslim etmek gerekiyordu. Harika ve unutulmaz birşey yapmanın tatminiyle yollara düştük ancak bitmek üzere olan benzini farketmemiştim. En yakın benzin istasyunu 60 km ötedeydi ve oraya yetişmemiz çok zor görünüyordu. Elimden geldiğince tasarruflu kullanarak yola devam ettim. Kilometreler ilerledikçe stres arttı zira arabayı saat 13:00'den önce teslim etmek gerekiyordu ve zaman azdı. Benzin gittikçe azaldı resmen bitmek üzereydi. Yolda çok az araç vardı ve telefon diye birşey mevcut değildi :) Oldukça stresli bir saat sonunda istasyona ulaşmayı başardık ve benzin aldık. Sonra yola devam. Arabayı kiraladığımız saatte, tam 1'e beş kala arabayı teslim ettim ve büyük bir sıkıntıdan kurtulduk :))

2200 km civarı yol yaptığımız bu tur hayatımdaki unutulmaz yerini aldı... :)))))))))))))))))

(Yeni Zelanda,Güney Ada Yol hikayesi, 22/29 - Mart - 2014)





































































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder